Hayatta sahip olduğun en değerli şey nedir?
Hepimiz onu yakalamaya çalışırız, daha iyi ve daha faydalı kullanamaya çalışırız, elimizde tutmak ve durdurmak isteriz ve bunları çoğu zaman beceremeyiz. Kontrol etmek için delirdiğimiz bu en değerli şey ne olabilir ki?
Zaman.
Neredeyse her üç günde bir seyahat ettiğim son zamanlarda, bilhassa uçaklarda, sürekli olarak zaman kavramını düşünüyorum. Aslında uçakta çok fazla şey düşünmeye vaktim oluyor, önce gündelik zırvaları düşünüyor ve bir süre sonra kendimi anlamları sorgularken buluyorum. İşte o anlarda zaman yavaşlıyor sanki ama normalde, hatta şuan bu yazıyı yazarken bile zaman o kadar hızlı akıp geçiyor ki neredeyse yetişemiyorum. Peki uçaktayken ne oluyor? Bir başka ülkeye giderek 24 saat yaşamam gereken günü sadece 18 saat yaşayabiliyorum. Yani o günden bir 6 saat “puf” diye uçuyor.
Peki bu 6 saati hayatta hiç geri kazanabiliyor muyum?
Sanmam. Geldiğin yere geri dönmen, mesela doğum gününde seyahat ederek kaybettiğin bir 3 saatlik dilimi sana doğum gününden bir 3 saat olarak gelecek vadeli yazmıyor. Tabi şöyle bir durum da var, olduki zamanda geriye gidiyorsan, 3 kere doğum günü yemeği yemen de mümkün. Peki fuzuli çabaları bir kenara bırakırsak gün içinde kaybettiğimiz zamanı en hızlı nasıl yerine koyabiliyoruz?
Bu sorunun cevabı kişiye göre değişir ama bana göre, zaman sabahları depolanır. Sanki sabah erken saatlerde kendi kendime geçirdiğim her bir saat, gün içinde koşuşturma içinde geçen üçer saate denktir. Kendini toparlarsın, işleri organize edersin, uzun zamandır vakit ayıramadığın birkaç parça mutlu yeni iş edinirsin ve bir de üzerine tadını çıkararak kahvenle bir sabah randevusu ayarlayabilirsin.
Yani zaman gün içinde yetecek tüm organizasyonel gücü sana verecek kadar yavaşlar.
Bu size günün hangi saati olur bilmiyorum, ama onu keşfettiğinizde her bir dakikasının tadını çıkarmaya ve sadece size ait bir süre yaratmaya çalışın.
Zaman kimsenin geriye alamayacağı en değerli şey. Olduğu gibi yaşamalı, olduğu gibi tadını çıkarmalı.